İNCESU ÇEVRESİNDE
SELÇUKLU VE BEYLİKLER DÖNEMİNE AİT YEDİ ZAVİYE (TEKKE) TÜRBE
İncesu İlçesi çevresinde, ilçe merkezi sınırlarında ve bağlı köylerde Selçuklu ve beylikler dönemine ait, yani 13, 14 ve15.yüzyıllardan kalma yedi zaviye-tekke ve tabii bu tekkelerin kurucu şeyhlerinin mezarları bulunmaktadır. Bunlar, hemen İncesu merkezi yakınında Tekke Dağ’ında Şeyh Turesan Zaviyesi, Şeyh Şaban ve Kulpak Köyleri arasında, Erciyes’in göğsünde bulunan Evliya Dağında Şeyh Çoban Zaviyesi (türbesi), Şeyh Şaban Köyü içerisindeki Şeyh Şaban (Pehlivan Gazi) Zaviyesi, Subaşı (eski Çalbulma) ve Şeyh Şaban Köyü arasında Omuzu Güçlü (Gürzlü) Zaviyesi, Kızılören Köyü ve Omuzu Güçlü Zaviyesi arasında Seyid Ahmet Kumari Zaviyesi, Kızılören ve Sarı Kürklü Köylerinin vakfedildiği Şeyh Hasan ve Hasun Bey Zaviyesi ile Küllü Köyünde Bostancı (Bahaeddin) Çelebi zaviye ve türbeleridir. Bunlardan Küllü Köyündeki tekke-türbe ve Hasun Bey Zaviyesi hariç diğerleri ayaktadır.
Erciyes Dağı eteklerinde ve İncesu çevresinde tenha yerlerde erken dönemlerde böyle çok miktarda tekke ve zaviyelerin bulunması, Alp-Eren dediğimiz tekke şeyhleri zatların buralarda faaliyet göstermesinin bir sebebi olmalıdır. İncesu, Hıristiyanlığın ilk merkezlerinden olan ve çok yoğun yerleşim ve Hıristiyanlık faaliyetlere sahne olan Ürgüp, Göreme ve Ihlara vadisine geçiş ve sınır noktasında bulunmaktadır. Anadolu’nun fethi ile buraların birer Türk-İslam yurdu haline getirilmesi, buradaki Hıristiyan olsun, Müslüman olsun insanların irşat edilmesi, yani aydınlatılması bunlar ve bunun gibi şeyhler vasıtası ile olmuştur. Kuş uçmaz, kervan geçmez yerlere yerleşen bu zatlar buralarda çok zaman devlet ileri gelenlerinin vakıf ve hayır desteği ile desteklenerek mütevazı binalarını yapmışlar, buralarda yarı münzevi şekilde etrafına toplanan dervişlere kendi inanç ve felsefelerinin öğretim ve eğitimlerini verdikleri gibi, gelen geçen misafirleri ağırlamışlar ve nihayet bu ıssız bölgelerin emniyetini sağlamışlardır. Yetiştirdiği müritler de gittikleri başka bölgelerde aynı faaliyeti devam ettirmişlerdir.
Halk arasında büyük itibar gören bu şeyhlere ait birçok keramet hikâyeleri anlatıla gelmiştir. Onların türbe ve tekkeleri bugün de önemli ziyaretgâhlardır. Onlar halka maddi bakımdan yük olmamışlar, ihtiyaçlarını kendilerine tahsis edilen vakıf araziden veya çevreden, çok zaman bizzat çalışarak karşılamışlardır. Zaten yaşama felsefeleri ihtiyaçların en asgari seviyeden karşılanması şeklindedir. Onların inançları, sahip oldukları en az ve sıradan nimetlerin şükrünün yaratıcıya eda edilmesi kaygısını ön plana çıkarmakta ve bu hayat tarzı içinde ömürlerini geçirmekte idiler. Onlar saraylardan itibar gördükleri halde, oralara yaklaşmamışlar ve ne kadar zorlukla yaşanacağı gözle görünen dağ başlarını mesken tutmuşlardır. İktidara keramet göstermişler, irşat etmişler ancak onlardan uzak durmuşlardır. Ancak iktidar (sultanlar) da onları, kurdukları vakıflarla desteklemişlerdir. Şimdi bu yedi tekke-zaviye (türbe) ile bunları kuran ve isimlerini veren şeyhler hakkında bulabildiğimiz bilgileri nakledelim:
1- ŞEYH TURESAN ZAVİYESİ
İncesu merkezinin güneyinde Tekke Dağında, İncesu’dan Başdere Kasabasına ve oradan da Ürgüp’e giden, vakfiyeye göre Ulu Yol ismini alan güzergâh üzerinde, bu yoldan 1 km kadar kuzeye ayrılan tâli yolun sonunda, yine vakıf kayıtlarına göre Sultanım mevkiinde bulunan zaviye bugün 13.yüzyıl Selçuklu devrinden kalan tek örnek durumundadır.
Zaviyenin kitabesinde tercüme olarak şöyle yazılıdır: Bu meşhed (şehitlik, türbe)nin yapımı, Keykubad’ın oğlu Büyük Sultan, Arap ve Acem sultanlarının sultanı, fatih, Müminlerin Emiri (devrin Abbasi Halifesi)’nin vekili, Gıyaseddin Keyhüsrev’in saltanat günlerinde Büyük Melike dinin ve dünyanın temiz hanımı hayrat sahibi (Mahperi Hunat Hatun) tarafından 640 (M.1242/43) senesinde emredildi.
Kitabe yerinden düşerek kırılmış ve bazı yerleri kaybolmuştur. Bu haliyle tekrar yerine yerleştirilmiştir. Tercümede eksik kısımlar, Hunat Hatun’un Kayseri’deki Hunat Külliyesi kitabelerine göre tamamlanmış, yer darlığından rakamla yazılan tarih onarım sırasında tespit edilmiştir. Hunat Hatun bilindiği üzere Anadolu Selçuklularının büyük sultanı I.Alaaddin Keykubad’ın zevcesi olup, kendisinden sonra tahta çıkan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in de annesidir. Çok büyük hayırsever olan valide sultan, Şeyh Turesan zaviyesi dahil bütün hayratını oğlunun sultanlığı zamanında (1237-1245) yapmıştır. Onun Kayseri’de cami, hamam ve medreseden oluşan meşhur külliyesi ve bu zaviyesinden başka Tokat (Pazar) ve Yozgat (Çekerek) arasına dört büyük kervansarayı bulunmaktadır ve bütün bu hayratını, buralara tahsis ettiği geniş vakıfları ile de desteklemiştir. Ürgüp ve Turhal onun ayrıca kendisine temlik edilmiş (gelirleri tahsis edilmiş) mülkleri idi.
Hunat Hatun kendisine tahsisli Ürgüp’ün Başdere (eski Başköy) kasabası ile İncesu’nun Saraycık beldesi arasındaki yüzlerce dönüm araziyi, bir rivayete göre kendisinin mürşidi olan Şeyh Turesan Veli’ye vakıf olarak tahsis etmiş ve ona bu arazi içinde Tekke Dağı’nın üzerinde (herhalde burasını Şeyh Turesan Veli tercih etmiştir, rivayete göre de şeyh tekkenin yerini kerametle tespit etmiştir) bir de Tekke yaptırmıştır. Ancak vakfiye tarihinde (H.638, M.1240) hayatta olan şeyh, tekkenin bitiş tarihi olan H.640, M.1243 tarihinde vefat etmiş olduğundan tekke kitabesindebina şehitlik, türbe olarak belirtilmiş ve mezarı da tekke içinde yer almıştır.
Hunat Hatun’un Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde tercümesi olan vakfiyesi ile, vakfiye tarihinde hayatta olan şeyhe, bahsi geçen çok büyük araziyi vakfetmiş, şeyhin ölümünden sonra da vakıf arazinin onun yerine geçecek evladı tarafından kullanılmasını şart koşmuştur. 19. yüzyılda alınan kararla, diğer vakıflarda olduğu gibi eldeki vakfiyelerin suretlerinin alınması esnasında Haremeyn Vakıflarına dahil edilen bu vakfın vakfiyesinin de Arapça aslından tercüme edilerek sureti alınıp, aslı, vakfiyeyi elinde tutan evladına iade edilmiş ve onlar tarafından da kaybedilmiştir. Ancak bu tercümede bir çok hatalar yapılmıştır. Bu hataların başında vakfiye’nin tarihi gelmektedir. Hicri 598 olarak tercüme edilen tarihin Hunat Hatun’un yaşadığı dönemle alakasının olmadığı açıktır. Burada birler hanesini doğru kabul edersek bu tarih 638 (M.1240/41) olacaktır ki bu akla çok yakındır.
Zaviye’nin yapısına gelince, çevreden temin edilen küçük ebat kesme taşlarla inşa edilmiş olan binaya basık kemerli cümle kapısından girilince ortada uzun bir hol, sol tarafta türbe ve mescit, sağ tarafta ise hücre ve mutfak bulunmaktadır. Hol’ün sağından dama çıkan orijinal taş basamaklar ve iki takviye kemerin desteklediği tonozun oluşturduğu tavanın ortasında küçük sembolik bir kubbe bulunmaktadır. Diğer bölümlerin de tamamının tavanı tonozludur. Holün sonunda sohbet sekisi vardır. Mescit mihrabı basit taş tezyinatıyla orijinaldir. Türbedeki sanduka yığma olarak inşa edilmiş olup sonradan yapılmıştır. Kitabeli mezar taşı yoktur. Cümle kapısının sağından yine bir tonozlu girişle tekkenin kuzeyini boydan boya kaplayan hana geçilir. Burası sonradan mezarlık olmuştur. Binanın dış cephe taşlarının bazıları üzerinde yapıyı yapan ustalara ait, devrin adeti gereği bir çok usta işaretleri bulunmaktadır. Bunlardan bizim tespit edebildiğimiz şunlardır:
Ancak yakın zamanlarda bu taşalar üzerine bilinçsizce yazılan yazılar orijinal usta işaretlerinin ayırt edilmesini zorlaştırmıştır. Tekke su ihtiyacını bu günde faal olan ve “asa” denilen yakınındaki kaynaktan temin ediyordu.
Bölgenin kesin olarak Osmanlılara geçtiği Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan ilk tahrirlerden olan Karaman Eyaletinin 1476 (H.881) tarihli vakıf tahririnde Ürgüp Vilayeti (?) vakıfları arasında “Sultan Turesan Zaviyesi Vakfı – Turesan Dağında” başlığı ile kaydedilen vakfın altında “Vakfeden Huand Hatun Sultan Alaaddin’in zevcesidir. Şeyh Sevindik adlı azizi şeyh nasbetmiş. Ol zamandan bugüne gelince evlat tasarruflarında imiş. İbrahim Bey (Karamanoğlu) dahi mektupları var. Eski vakıf. Turesan Köyü (?) nün hizmetkârlarının örfiyesi (bir vergi) timara. Şeyh Sevindiğin bazı hizmetkârları ki Sarnıç (?) ve Saraycık Mezraasını ekerler” 3. Buradan anlaşıldığına göre Şeyh Turesan evladından Şeyh Sevindik isimli bir şeyh vakfa mütevelli ve şeyh olmuş, vakıfta meşhur olan bu zatın ismi anılır olmuştur. Vakfa ait olduğu belirtilen köylerden Saraycık hariç diğerleri malum değildir.
Yine zaviye hakkında yayınlamış bulunduğumuz baştaki belgelere ilave olarak arşivden elde ettiğimiz (Evkaf Defteri Sr.No.2359) muhasebe kaydı bulunmaktadır. Burada, Rumî 1291, Milâdî 1875 senesi Haziran başından Ağustos sonuna kadar vakfın kiraya verdiği tarlaların kiracıları ve bunların her birinden alınan kiraların üç aylık dökümü, “Haremeyn-i Muhteremeyne Tâbi Evkaf-ı Mülhakadan Alaûddevle Hunat Hatun, nam-ı diğeri Şeyh Turesan Vakfı” başlığı altında dört sayfa (defter) olarak vakfın gelirlerinin yazıldığı muhasebe evrakı, Evkafı Hümayun Hazinesi Defterhane-i Hakaniyesine sunulmuştur.
Hunat Hatun’un yapmış olduğu bu Şeyh Turesan Vakfının kendi üzerinde tescilli hiçbir emlâki maalesef bugün bulunmamaktadır. Vakfın İncesu çevresindeki gayrimenkullerinin çoğu özel mülkiyete geçmiş, Tekkenin bulunduğu dağlık kısım ise tescil harici bırakılmıştır. Bu duruma 20.asır başında vakfı terk eden evlat ve vakıflar idaresi sebep olmuştur. Tekke ve işgal harici olan arazinin, vakfı adına tescili için açılan dava halkın yardımcı olmaması sebebi ile neticelenememiştir. Acilen, kalan bütün arazinin tescilinin yapılması gerekmektedir.
Tekkenin bakımını bugün Şeyh evladından Şuayip Türker ve arkadaşları yapmaktadırlar. Bunların yaptığı onarımla bina sağlam ve faal hâle gelmiştir. Ayrıca tekke çevresinin tanzimi, yeşillendirilmesi ve hizmet evi de bu şahıslar tarafından yapılmıştır. Her yıl Haziran ayında umumi bir toplantı yapılmaktadır. İncesu’dan Başdere’ye gelen, Tekke önünden geçen ve vakfiyede Ulu Yol olarak belirtilen yol Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından ıslah edilmiş ve yeniden yapılmıştır.
2. ŞEYH ŞABAN (ÇOBAN) TEKKESİ- TÜRBESİ
İncesu’nun güneydoğusunda bulunan ve bugün Şeyh Şaban ismi ile anılan köy eski kayıtlarda Şeyh Çoban olarak geçmektedir. Köy bu ismini, bitişiğinde, Erciyes Dağı eteğinde bulunan ve Evliya Dağı diye isimlendirilen sarp tepedeki, konumuz olan Emir Çoban Türbe-Tekkesinden almış olmalıdır. Yine köy içinde Şeyh Şaban ismi ile anılan bir tekke-türbe daha bulunmaktadır ki burası yine eski kayıtlarda “Pehlivan Gazi Zaviyesi” olarak geçmektedir. Her iki türbe hakkında daha önce Vakıflar Dergisinde yayınlanan bir makalemizde bilgi verilmişti 4.
Şeyh Çoban Zaviyesi (Türbesi), bugünkü adı ile Şeyh Şaban Köyü ile Kulpak Köyü arasındadır. Bu sebeple tekkenin genellikle Kulpak köyünde olduğu belirtilmiştir. Buna ait elde ettiğimiz ilk kayıtlar, 15 ve 16.yüzyıl Osmanlı Vakıf ve Emlak kayıtlarında bulunmaktadır. Kulpak ve Şeyh Çoban (Şaban) köyleri o tarihlerde Develi’ye bağlı idi. 15.yüzyıl sonu ve 16.yüzyıl başında yapılan Karaman Vilayeti (Kayseri bu tarihlerde Karaman Eyaletine bağlı idi) vakıf tahririnde (yazım) bu zaviye “Vakf-ı Zaviye-i Şeyh Çoban-ı Kulpak tâbii Develi” başlığı altında ve “An-Karye-i Kulpak, tâbi-i Develi” açıklaması ile kaydedilmiş ve vakfın toplam gelirlerinin 1500 akçe olduğu belirtilmiştir 5 . Yine Hicrî 992, Milâdî 1584 tarihli Niğde Tahrir Defterinde (o tarihte Develi ve çevresi Niğde’ye bağlı idi) bu zaviye “Karye-i Kulpak an Vakf-ı Zaviye-i Şeyh Çoban tâbi-i Develi” olarak kayıtlıdır 6.
Bugün de çıkılması bir hayli zor olan bahsi geçen tepede bulunan türbenin dış cephesi ve orijinal kapısı tabiat şartları ile yıkılıp sonradan alelusul yapılmış ise de içten asliyetini muhafaza etmekte ve penceresinde ve kapıya ait rastgele yerleştirilmiş eski taşlarında 13.yüzyıl tezyinatını gösteren süslemeler bulunmaktadır. Türbe tek katlı (Selçuklularda genellikle iki katlı olur) dikdörtgen planlı, takviye kemerlerin desteklediği tonozla örtülü olup güneyde orijinal mihrabı bulunmaktadır. Kapı güneydoğuda olup, doğu ve batıda birer penceresi vardır. Ortada sonradan yenilenmiş sandukası olan türbeye cahil defineciler zarar vermektedirler.
Türbenin kapı üzerinde olması lazım gelen orijinal kitabesi yıkım esnasında buradan düşmüş ve parçalanmış, küçük bir bölümü kaybolmuş olarak türbe içinde bulunmaktadır. Mermer taş üzerine yazılmış üç satırlık Arapça kitabede
Emere bi-imarete haze’l-kabir fi eyyam
üs-Sultan ül-âzam Gıyase’d-dünya ve’d-din Ebü’l-feth Keyhüsrev bin Kılıç Arslan Emir Çoban fi sene semanin ve sittemie yazılıdır.
Tercümesi: Bu kabrin yapılması Kılıç Arslan oğlu Büyük Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Emir Çoban (tarafından) altıyüz seksen (M.1281) senesinde emredildi.
Kitabedeki kabir kelimesinin yazılışının kabir değil de ayn (çeşme) olduğu ve kitabenin bir çeşmeye ait olduğunu belirten Prof. Dr. Kerim Türkmen 7 , kitabe yazısı dikkatlice incelendiğinde haklı olduğu görülmektedir. Gerçekten “kabir” olarak okuduğumuz kelimenin açıkça
“ayn” ve “ye” harfleri ile çeşme olarak yazıldığı açıktır. Ancak türbenin bulunduğu sarp ve dik dağın tepesine su çıkarmak ve burada bir de çeşme yapmak mümkün olmayacağı gibi, aşağıdaki köylerde (Kulpak ve Şeyh Şaban) böyle bir çeşme kalıntısının, bir pınarın veya suyolu yapısının olmadığı göz önüne alındığında bu kitabenin ancak, devrine de uyan mimariye sahip bu türbeye ait olabileceği düşünülmelidir. Eğer böyle ise burada hattat birbirine çok yakın olan “kabir” ve “ayın” isimlerini karıştırmış olmalıdır. Yoksa aşağıda yok olmuş bir çeşme yapısına ait bir taşın buraya çıkarılması da zor bir ihtimaldir. Böyle bir durum olsa idi taş aşağıdaki türbeye veya camie konabilirdi.
Kitabe bir tarafa Osmanlı tahrirlerinde ve vakıf kayıtlarında “Şeyh Çoban Zaviyesi” olarak geçen binaya ismini veren ve bu zaviyeyi yapıp buna bir de vakıf bağladığı anlaşılan Şeyh (Emir) Çoban kim olabilir? Kitabede devrin kuralı olarak ismi üstün unvanlarla yazılmış bulunan Anadolu Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev (saltanat yılları 1266-1284) zamanında H.678, (M.1279) tarihinde vukuu bulan sahte Selçuklu şehzadesi olarak belirtilen ve bu sebeple “cimri” lakabı verilen Alaaddin Siyavuş’un isyanı hadisesinde Karahisarlı (şimdiki Yeşilhisar) Emir-i Meclis Çoban Cemal’in ismi geçmektedir 8. Emir Çoban, Karamanoğlu Mehmet Bey’in desteği ile isyan edip Selçuklu tahtına iki ay kadar oturan Alaaddin Siyavuş’u yakalayarak meşru sultan III. Keyhüsrev’e getirmiş ve isyancı şehzadelerin feci şekilde hayatına son verilmiştir. Şeyh Çoban Zaviyesi’nin Rumî 1291 senesi Mart başından Mayıs sonuna kadar üç aylık hâsılat listesi elimizdedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivinden alınan Evkaf Defterinde 23501 no da kayıtlı muhasebe evrakında “Hademesi mahallinde mevcut olmayan Evkaf-ı mülhakadan Şeyh Çoban Zaviyesi Vakfından Hâsılat” başlığı altında vakfın tarlaları, bunların tek tek kimlere kiraya verildiği ve ne kadar kira alındığı, toplamı ile birlikte yazılmıştır. Kayseri’nin evkaf muhasebecisi tarafından tanzim edilen vakfın üç aylık, toplam üç bin otuz sekiz kuruşluk hâsılatının ne kadarı mütevelliye ve ne kadarı da Evkaf-ı Hü-mayun Hazinesine verileceği hesap edilerek mahalli komisyon tarafından mühürlenip, Defter-i Hakanî muhasebesine gönderilmiştir. Bu işlemler yapılırken vakfın görevlisinin yerinde mevcut olmadığı da yukarıdaki başlıktan anlaşılmaktadır.
Prof. Dr. Ferudun Nafiz Uzluk’un yayınlamış bulunduğu yukarıda bahsi geçen 1476 tahririnde Şeyh Çoban Zaviyesi hakkında bir kısım değişik ve karışık bilgiler verilmiştir. Karaman Eyaletine bağlı Develi Nahiyesi vakıfları arasında Kulpak Köyünde Şeyh Çoban oğlu Hamza ve kardeşi Bali Zaviyesi vakfı olarak kaydedilen zaviye Şeyh Çoban’ın o günkü evladı ile isimlendirilip kaydedilmiştir 9. Yine aşağıda geçecek Pehlivan Gazi Zaviyesini de Şeyh Çoban evladı ile ilişkilendirmiştir.
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan 584 nolu ve 1584 tarihli vakıf tahrir defterinde Vakf-ı Zaviye-i Şaban (Çoban olması gerekir) Dede der- kurb-ı Karahisar der liva-ı Niğde” yanı Niğde’ye bağlı Karahisar (Yeşilhisar) yakınında Şaban (Çoban) Dede Zaviyesi vakfı kaydı bulunmaktadır. Vakıf arazisinin de Kayseri’nin Sahra Nahiyesine bağlı Cırkalan köyü olduğu, gelir olarak burasının 5282 akçe toplam hâsılatı bulunduğu, ayrıca burada bulunan Kutlu Değin Hatun’un harap köşk vakfının da bahsi geçen Karahisar’daki Şaban Dede Zaviyesi vakfına ilave edildiği kaydedilmiştir 10 . Şaban Dede zaviyesinin burada nakledildiği şekilde devrin hiçbir tahririnde adı geçmemektedir. Karahisar yakınında bulunan bir zaviyeye şehrin merkezine yakın Cırkalan Köyünün ilave vakıf yapılması ve bu vakfa, İlhanlı ümerasından Emir Şahap’ın hanımı olan ve aynı zamanda İlhanlıların meşhur veziri Emir Çoban’ın torunu bulunan Kutlu Değin (Tiğin) Hatun’un11 köşk vakfının tahsisi de düşündürücüdür. Halen mevcut Cırkalan Köyü yakınındaki Argıncık arazisinde Haydar Bey ismi ile tanınan bir köşk mevcuttur ve bu köşkün adını alan (sahibi) Haydar Bey 14.yüzyıl İlhanlı Eretna ümerasından olup annesi başka bir Kutluğ Hatun’dur 12. Burada geçen Şaban Dede isminin Sehven yazılmış olabileceği, aslının “Çoban Dede” olması gerektiği kanaatindeyiz.
Şeyh Çoban Zaviyesi’nin bulunduğu köy olarak belirtilen Kulpak Köyünde yakın zamanlarda yapılmış ve halkın “Gülüpak” ismini verdiği, Kulpak isminin de buradan geldiğini ifade ettiği, içinde uzun bir sandukası bulunan basit bir türbe bulunmaktadır. Kulpak köyü 20-30 yıl önce aşağıdaki yeni yerine taşınmış ve eski köy terkedilmiştir. Türbe yakınında bulunan basit çeşme yapısı (sonradan dağ eteğinden buraya nakledilmiş) ve mescit de tamamen yıkılıp yok edilmiştir.
3.PEHLİVAN GAZİ ZAVİYESİ
Bütün tahrirlerde Şeyh Çoban Köyünde olarak gösterilen Pehlivan Gazi Zaviyesinin, bugün Şeyh Şaban olarak isimlendirilen eski Şeyh Çoban Köyünde bulunan Şeyh Şaban Zaviyesi- Türbesi olduğu kanaatindeyim. Bu zaviye’ye ait ilk bilgi yukarıda bahsi geçen 1476 tarihli Karaman Eyaleti tahririnde bulunmaktadır.
Hayli karışık olan bu kayıtta Develi Nahiyesi vakıfları içinde “Seyit Gazi Sultan Arkadaşlarından Pehlivan Gazi Zaviyesi” başlığı altında şunlar yazılmıştır: “Kendi mezarına Şeyh Çoban’ı tayin etmiş, ta o vakitten bu zamana kadar o şeyhin (Şeyh Çoban’ın) oğulları tasarrufunda. Eski beylerin mektupları (beratları) ile (vardır). Elan Sultan’ın (?) hükmü ile Şeyh Çoban Evladı adına mukarrer (mukayyet, kayıtlı). (vakıf arazisi) Develi’ye bağlı Şeyh Çoban Karyesi (köyü). Şeyh Çoban’ın oğulları ile Develi imamlarının isimleri isimler defterinde mukayyettir (kayıtlıdır)”Aynı yıllara yakın diğer tahrirlerde bu türlü karışık bilgiler bulunmamaktadır. Bunlardan 15.yüzyıl sonu ve 16.yüzyıl başına ait yine Karaman Eyaleti vakıf defterinde bu zaviye hakkında “Vakf-ı Zaviye-i Pehlivan Gazi, der Karye-i Şeyh Çoban der Nahiye-i Develi” başlığı altında vakıf emlaki kaydedilmiştir. Bunlar Develi’ye tâbi Şeyh Çoban Köyü, Everek (Aşağı Develi) Köyünde Zervalu Bahçesi ve Harvan Başı’nda Ulu Değirmen adı ile anılan değirmendir. Bundan alınan yıllık gelirler de yazılı olan kayıtta, vakıf şartını da “Ayendeye ve revendeye (gelip gidene) sarf olunur, fazla kalırsa şeyh olanlar tasarruf eder” diye belirtilmiştir 14.
1584 (H.992) tarihli Niğde tahrir defterinde ise za-viye “Karye-i Şeyh Çoban Vakf-ı Zaviye-i Pehlivan (yayında yanlış olarak Behlül okunmuş) Gazi” başlığı içinde köyün tahriri yapılırken belirtilmiş ve bu başlık altında köyün uzun uzun vergiye tabi nüfusu ve vergi gelirleri kaydedilmiştir 15.
Zaviye hakkında Başbakanlık Osmanlı Arşivinde başka bir kısım belgeler bulunmaktadır. Bunlardan ikisi Hicrî (M.1221) tarihli olup Develi Kazası kadısının, vakfın boşalan şeyhliği için şeyh adayı evlat ve kardeş taleplerini, Padişahtan alınacak berat için İstanbul’a yazdığı iki arzı ihtiva etmektedir. Bunların birinde Develi Nahiyesi Şeyh Çoban Karyesi (köyü)nde bulunan Pehlivan Gazi Vakfının dörtte bir tevliyet (mütevellilik) hissesine sahip zaviyedarı ölmüş, yeri boş kalmış ve gerekli hizmet görülemez hale gelmiş olduğundan, vakfın hak sahiplerinden, ölenin öz oğlu Abdi, kendi hakkı olan bu göreve tayini için kendisine berat verilmesi (bu göreve resmen tayin edilmesi)ni rica etmektedir. Diğer arz (talep) de bahis konusu göreve ölenin kardeşi İbrahim’in talebi hakkındadır. Bu göreve İstanbul’dan hangisinin tayin edildiğini gösteren berat şimdilik elimizde değildir.
Aynı zaviye hakkında bir başka dikkat çekici belge, yakınında bulunan ve aşağıda bahsi geçecek olan Omuzu Gürzlü (Güçlü) Zaviyesi ile sınır ihtilafına dairdir. Hicrî 20 Zilkade 1226 (M.1811) tarihli olup yine Develi Kadı vekili Seyit Osman’ın şikayetinin İstanbul’a arzı olan bu belgede şu önemli bilgiler verilmektedir: Develi Kazasına tâbi Şeyh Çoban isimli köyde bulunan Pehlivan Gazi Tekkesinin şeyhi ve vakfın mütevellisi Şeyh Ali, elinde bulunan eski sultanlar zamanında yazılmış H.765 (M.1364) tarihli olup hudutları da ihtiva eden vakfiye ve eski kadılardan alınan ve ulemanın imzaları da bulunan hüccetlerde gösterilen hududun dahilindeki vakfın arazisine bir miktar, Omuzu Gürzlü Zaviyesi zaviyedarı Seyit Abdurrahman ve Seyit İbrahim müdahale etmişlerdir. Bu şikayet üzerine yapılan murafaada (mahkemede) vakıf (Pehlivan Gazi) evladından Şeyh Kasım, Abdülfettah, Hacı Hüseyin ve babaları Hacı Mehmet, H.1089 (M.1775) senesinde (aynı durum vâki olduğunda) mahkeme olunduğu ve bu hususta mahkeme kararı (hüccet) alındığını belirtip bu hücceti ibraz etmişlerdir.
O tarihte Pehlivan Gazi’nin tevliyet ve meşihatı (şeyhliği) vakıf evladından, yaşayan en eski nesilden olan Mehmet üzerinde olduğu, ibraz ettikleri beratta yazılı olup, mütevellilik şartlarına haiz olmayanların davalarında haklı olmadıklarına dair fetva alınmış olduğundan adı geçen Seyit Abdurrahman ve Seyit İbrahim’in belge(hüccet) leri kanunen (şer’an) reddedilmişken tekrar müdahaleleri vâki olduğundan bunların yine bu tecavüzlerinin meni için ferman verilmesini talep etmektedirler.
Bu çok önemli belgedeki bilgilerden Pehlivan Gazi (Şeyh Şaban) Zaviyesinin orijinal vakfiyesinin 1811 yılında vakıf evladı elinde olduğu ve bunun doğru okundu ise H.765, M.1364 tarihli bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu tarihte bu bölgede Eretna Devleti ve bu devletin başında sultan olarak Mehmet Bey bulunmakta idi. Büyük bir ihtimalle tekkeyi bu bey yaptırıp bunun için çevre araziyi de buraya tahsis etmiş ve bir de vakıf kurmuştur. Yine buradaki bilgilerden, vakfın arazisinin hudutları hem vakfiyede ve hem de sonradan alınan mahkeme kararlarında bulunmakta idi. Bu dönemde kurulmuş bulunan Sivas – Kayseri merkezli Eretna Beyliği, Maraş merkezli Dulkadır Beyliği ve Konya – Karaman merkezli Karaman Beyliği hükümdarları diğer bölgelerde olduğu gibi Kayseri bölgesine de çok miktarda tekke (zaviye) yaptırmışlar ve bunlara vakıflar bağlamışlardır. Pehlivan Gazi vakfının vakfiyesi elimizde olsa idi burası hakkında çok daha geniş bilgilere kavuşacaktık.
Bugün Şeyh Şaban Türbesi olarak bilinen zaviye Şeyh Şaban Köyü içinde, sonradan yapılan büyük caminin güneyinde bulunmaktadır. Yaklaşık bir kenarı 4,5 M. uzunluğundaki kare planlı bu yapı dıştan kesme taşlarla inşa edilmiş olup üzeri tonozla örtülmüştür. Batı yönündeki basit bir kapıdan girilen türbede iki adet sonradan yapılmış kitabesiz mezar-lâhit bulunmakta, batıda bir mazgal pencere, kıble tarafında da basit orijinal mihrap nişi yer almaktadır. Türbe yapısı gayrimuntazamdır ve kitabe ve orijinal süsleme bulunmamaktadır
4.OMUZU GÜÇLÜ (GÜRZLÜ) ZAVİYESİ
İncesu’nun yeni adı Subaşı olan köyünün güney doğusunda, Şeyh Şaban Köyü ile bu köy arasında Boz Dağ veya Kozan Dağı denilen tepenin eteğinde bulunmaktadır. Subaşı köyünün eski adı olan Çalbulma, Çalbalma olarak, 1584 Kayseri tahririnde Kenarırmak Nahiyesine tabi bir mezranın ismi olarak geçmektedir 17. Ancak aynı tahrirde Karataş Nahiyesine bağlı, Sürtme Köyü yanında bir mezra olarak Gelbulasın ismi vardır 18. Aynı tahrirde Sürtme’nin de Bezirci Cemaati iskân edilerek köy haline geldiği kayıtlıdır 19. Bugünkü Subaşı köyü Çalbulma ve eski yerinden buraya nakledilen Sürtme köylerinin birleşmesi ile oluşmuştur.
Omuzu Gürzlü Zaviyesinin ismi ilk defa Fatih Sultan Mehmet zamanında Dulkadıroğulları ile Kayseri’den geçen Osmanlı sınırının tespitinde geçmektedir. H.888, M.1484 tarihli tahrir defterinde Fatih dönemindeki tahrir olan eski defter (Defter-i köhne) den nakledilen “Hudud-ı Vilayet-i Kayseriye” başlığı altında, Osmanlı Devleti’nin Kayseri Sancak Beyi (mirliva) Mehmet Bey ile Dulkadıroğlu Beyi Şahsuvar Bey’in adamı Subaşı Candaroğlu’nun yapmış oldukları sınırnameye göre (ki bu sınır, Kayseri Fatih döneminde Osmanlılara geçmeden önce Karamanlılarla Dulkadıroğulları arasında da geçerli imiş) Kabak Şeyh Köyünden, Göstere (Tomarza) Dağı’ndan, Karaman üzerinden, Sivas sınırına ulaştığı belirtilirken, sınırın Tekir Taşı hududuyla, Beş Baruh’a, buradan Omuzu Güçlü’ye, buradan Sakataşa ve Karahisar (Yeşilhisar) dan gelen Ulu Yol’a, buradan Boran (İncesu) Köyüne, buradan da Küçük Dikilitaş’a ve yine Sivas hududuna kadar olan yerler birer birer yazılmıştır 20 . Burada Omuzu Güçlü, zaviye veya başka herhangi bir isimle açıklanmamıştır.
1500 ve 1520 tarihli tahrirlerde Omuzu Güçlü Mezrası (ekinlik)nda meskûn olan Omuzu Güçlü Cemaatinden bahis vardır. 1520 de 6 hane olan bu cemaat içinde vergiden muaf bir zaviye (Omuzu Güçlü) şeyhi olup cemaat tahıl üretimi ve hayvancılıkla meşgul idi. Cemaat mensuplarından 1520 de yıllık 180 akçe vergi alınıyordu. 1584 tarihli tahrirde ise Sahra Nahiyesinde kayıtlı köy ve mezralardan sonra 94.sırada “Zaviye-i merhum Omuzu Güçlü evliyaullah-i kibardan olduğun Mevlana Haydar mektup gönderip ilam itmeğin kaydolundu” kaydı bulunmaktadır. Yine bu yazımda İbrahim oğlu Yusuf’un zaviyede türbedar ve şeyh olduğu, bunun Şeyhi ve Kalender isimli kardeşleri olduğu, zaviyenin ziraata uygun arazisinin bulunmadığı, nezir ve kurbanlarla hizmetin sürdürüldüğü belirtilmiştir 21.Yukarıda bahsi geçen Pehlivan Gazi Zaviyesi Vakfı ile olan sınır ihtilafı konusunda görüldüğü üzere Omuzu Güçlü (Gürzlü) Zaviyesi’nin zaviyedarlarının H.1226, (M.1811) tarihinde Seyit Abdurrahman ve Seyit İbrahim oldukları görülmektedir. Aynı belgeden müşterek sınırları olan bu iki vakfın sık sık sınır ihtilafı yüzünden mahkemeye (bağlı oldukları Develi Mahkemesine) düştükleri anlaşılmaktadır. Yine aynı belgeden Omuzu Güçlü’nün bir vakıf olduğu anlaşılıyor ise de bu vakfı kuran’ın kim olduğu ve vakfın (zaviyenin) ilk şeyhi olduğu tahmin edilen Omuzu Güçlü (Gürzlü) isimli zatın asıl isminin ne olduğu ve neden bu sıfatı aldığı da şimdilik meçhul kalmaktadır. Vakfın vakfiyesi kaybolmuştur. Tekke (Türbe)ye bir şahıs tarafından asılan vakfiye sureti buraya ait değildir ve bu vakfiye aşağıda geçecek, yaptırmış olduğu zaviyesine Kızılviran (ören) ve Mamalı (Sarıkürklü) Köyleri ve Hacılar çevresindeki araziyi vakfeden Şeyh Selvi evladı Hasan ve Hasun isimli iki kardeşe ait bir vakfiyenin 22, Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunan tercümesidir.
Türbe (tekke) dikdörtgen planlı olup dıştan, çevreden temin edilen orta büyüklükteki kesme taşlarla kaplanmıştır. Kuzey-doğu köşeden basit kemerli, yan söveleri eski döneme ait devşirme taşlarla imal edilmiş kapıdan girilen bina içten gayrimuntazam iki kemerin desteklediği tonozla örtülmüştür ve içten taşlar tamamen düz sıva ile kaplanmıştır. Kuzey ve güney kısa duvarlarda küçük pencereler bulunmaktadır. Ortada, çevredeki başka türbelerde de olduğu gibi abartılı uzatılmış ve yığma olarak inşa edilmiş sanduka yer almaktadır. Mezarda ve binada herhangi bir kitabe bulunmamaktadır. Kapı önündeki taş sütun parçası gibi çevrede bulunan eski taşların, ya türbenin eski yapısına veya daha eski (Roma-Bizans) dönemine ait bir yapının kalıntıları olduğu tahmin edilmektedir. Türbenin etrafında bir mezarlık oluşmuş ve hemen yakınına da yeni bir mescit ilave edilmiştir.
Kayseri’de “Güçlü” soyadlı aile kendilerinin Omuzu Güçlü’den geldiklerini ifade etmektedirler. Bu aile içinde eski alfabenin yazarı Ahmet Hilmi Güçlü de bulunmaktadır.
5.ŞEYH KUMARİ TEKKESİ (TÜRBESİ)
İncesu’ya bağlı Kızılören (Kızılviran) Köyü ile Omuzu Güçlü Zaviyesi arasında hâli arazide bulunmaktadır.
1500 ve 1520 tarihli tahirlerde Karataş Nahiyesi (o zamanki adı Boran olan İncesu’nun bulunduğu nahiye) Kızıl Viran(ören) ve Şeyh Kumari Zaviyesi’nin vakfı olan Kara Kilise Mezralarında (ekinlik) Evlad-ı Cumalılar Cemaatinin 17 hane olarak bulunduğu kayıtlıdır. Vergi hâsılatı 1500 akçe idi. Yine Kara Kilise’de Dervişan (Gömezoğlu) Cemaatinin meskûn olduğu ve vergiden muaf oldukları kaydı bulunmaktadır 23.
1570 tarihli tahrirde Kara Kinise (Kilise) mezrasının Şeyh Kumari Zaviyesi vakfına ait olduğu kayıtlı olup burada zaviyenin harap olduğu belirtilmiştir. Yine bu kaydın altında Kara Kinise ve Kızıl Viran’ın Kumari zaviyesine ait olduğu ve burada Dervişan Cemaatinin (aşağıda diğer tahrirde de geçecek) yerleşmiş olduğu yazılmıştır 24 . Aynı cemaat Omuzu Güçlü mezrasında da oturmaktadır.
1584 tarihli tahrirde ise Karataş Nahiyesine bağlı Kara Kinise (Kilise) Mezrasında Kızılviran (Kızılören) ahalisin ziraat yaptığı ve burasının malikâne gelirlerinin Şeyh Kamari (Kumari) zaviyesinin vakfı olduğu kayıtlıdır. Aynı kaydın devamında “adı geçen mezrada yıllık 360 akçelik malikâne gelirine Hacı Abdi, Hacı Halil, Hüseyin, Kumari, Döndü ve Fatma, evladiyet ve mülkiyet üzerine mutasarrıflar (hisse sahipleri) iken bu mülklerini 1092 Zilhicce ayının başında (M.1681) Kara Mustafa Paşa vakfına kendi rızaları ile satmış oldukları ek kaydı düşülmüştürVakıf olan Şeyh Kumari Zaviyesini kimin kurup vakfettiği, Şeyh Kumari’nin kim olduğu ve bu zaviye ve vakfın ne zaman yapılmış olduğunu bilmiyoruz. 1500 tarihli tahrirde geçtiği ve 1570 tarihli tahrirde de harap olduğu belirtildiğine göre zaviye daha önce herhalde diğerleri gibi 14.yüzyılın ikinci yarısında Eretna döneminde yapılmış ve kısa sürede harap olmuştur. M.1681 yılında da vakıf evladı (bir tanesi dedesi Kumari’nin adını taşıyor) İncesu’ya kervasaray, cami, medrese, hamam, arasta gibi binalardan oluşan meşhur külliyesini yaptıra Kara Mustafa Paşa’nın bu tesislerinin giderleri için kurmuş olduğu, Anbar arazisinin de büyük bir kısmını içine alan vakfına, vakıf arazilerini satmışlardır.
Şeyh Kumari Tekkesi yukarıda belirtildiği gibi Kızılören ile Omuzu Güçlü arasında hâli bir yerde olup bu gün, sonradan yapılmış basit yapısı ile mevcut bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı, üzeri takviye kemerlerin taşıdığı tonozla örtülü, içinde sonradan yenilenmiş sandukası bulunan türbe kısmının yanında küçük ve basit bir eyvanı bulunmaktadır. Bina tamamen gayrimuntazam moloz taşlarla imal edilmiştir. Meyilli arazide bulunan bu mütevazı yapı, son zamanlarda hayır sahiplerince yapılan çok geniş betonarme bir yapının içine alınmıştır. Böylece insanların kapalı bir mekânda ibadet edeceği ve oturacağı geniş bir bölüm elde edilmiştir.
Türbede her yıl belirli günlerde Kızılörenliler tarafından merasim düzenlenmektedir.
6.HASAN VE HASUN BEY ZAVİYESİ (HANGÂHI)
Bu zaviyenin, vakıf arazilerinin çoğunluğu İncesu çevresinde bulunan vakfına ait Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde 734 nolu defterin 165.sahifesinde Türkçe tercümesi bulunan Hicri 7 Muharrem 776, Milâdi 18 Haziran 1374 tarihli vakfiyesi bulunmaktadır. Devrin âdeti gereği aslı Arapça olan bu vakfiyeyi Hasan Bey, kardeşi Hasun Beyle birlikte yazdırmıştır. Tarih ve yer itibariyle Eretnalı Devletinin üçüncü hükümdarı Alaaddin Ali Bey (H.767-782, M.1365-1380) devrine tesadüf eden vakfiyenin girişinde Cenab-ı Hakk’a hamd ve Hz.Peygambere selat ü selam edildikten sonra Kayseri Şehri’nin köylerinden Mamalar ve Yediağaç sakinlerinden Sarı Kürklü Cemaatinden Seyid Şeyh Selvi’nin oğlu Seyid Şeyh Hasan mahkemede ibraz ettiği, kardeşi Hasun Bey’le müşterek mülkleri olan ve eski sultanlar tarafından sülalelerine temlik edilmiş bulunan Kayseri’nin Erciyes Dağı (o devirde bu isimde aynı zamanda bir nahiye bulunmaktadır) yakınında Karpuz Sekisi, Hisariye Kalesi, Boyalı ininden inen umumi yol, Sesli, Uçuk (Küçük) Kartın, Taş Denizi, Büyük Yokuş Başı ve Kızıl Ağıl’dan geçen sınır içinde, Çora Memlihası ve Göller isimli meralarını, Beş Kuyu isimli yaylaklarını, Kızıl Viran (Kızılören) Köyü’nün malikâne (vergi) gelirlerini ve Sarılar (Salur) isimli Köyün dörtte bir malikâne gelirlerini kardeşi ile ve bütün hakları ile sahip (mutasarrıf) iken, bütün buraların kardeşi Hasun beye ait yarı hissesini ( zaviyelerine) gelip gidenleri yedirip içirmek üzere vakfetmişlerdir. Yine kendi üzerinde geri kalan yarı hisseyi de nesiller boyunca öz evlatlarına, Allah korusun evlatları kalmaz ise Mekke-Medine fukarasına vakfetmişlerdir. Kurmuş oldukları bu vakfa kendisi hayatta iken kendisi mütevelli (yönetici) olacak, vefatından sonra oğlu Mehmed Bey ve ondan sonra da öz evlatları bu görevi yürütecektir. Dört Kayseri kadısının tasdik ettiği vakfiyeye devrin birçok şeyhleri ve şahısları da şahit olmuşlardır.
Vakfiyede, vâkıflar olan Hasan ve Hasun Beyler vakfettikleri herhangi bir zaviyeden bahsetmedikleri halde Hasan Beyin babası Selvi’nin seyit ve şeyh unvanlarından ve zaviyeler için yapılabilecek, gelen ve gidenin doyurulması şartından bunların bir tekke-zaviyeleri olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim aşağıda tarih sırası ile ele alacağımız Osmanlı vakıf ve emlak tahrirlerinde adı geçenlere ait zaviye açıkça kaydedilmiştir.
1500 tarihli Karaman Eyaleti (Kayseri bu tarihlerde bu eyalete bağlı bir sancaktı) vakıf tahririnde “Vakf-ı Za-viye-i Hasan Bey” başlığı altında zaviyenin padişah beratı ile Şeyh Mevlâna Mehmed’in tasarrufunda olduğu, tevliyetin (vakfın idareciliği) yine Padişah beratı ile İbrahim’in üzerinde bulunduğu belirtildikten sonra vakfın gelir kaynakları şu şekilde sıralanmıştır: Salur Köyü’nün malikâne (emlak vergisi) gelirinin dörtte biri (yıllık 1420 akçe), Gergiyan (Gelbula ?) Mezra (ekinlik)sının malikâne geliri (570 akçe), Kadıbağ (Yuvalı’da) Mezrasının malikâne hissesinin yarısı (450 akçe), Karataş Nahiyesi (İncesu’nun bulunduğu nahiye)nde bir arazi (50 akçe) ve Bezircioğlu Hacı Sinan’a verilen bir bina kirası (50 akçe).
Vakfın giderleri de şu şekilde kaydedilmiştir: Hafızların hissesinden (alacağından) sonra mütevelli, gelirlerin üçte birini alacak. Hafızlar ve cüz okuyanlar Düşenbe (Pazartesi) ve Pençşenbe (Perşembe) günü birer cüz okuyacaklar. Vakıf emlakinden gelen buğday ve arpa gelirlerinden, önce hafızlara verilecek, diğer mahsulâtın geliri de zaviye şeyhine ve zaviyeye gelip gidenlerin doyurulmasına harcanacak. Kaydın devamına zaviyenin şeyhi dâhil altı hafız’ın isimleri yazılmıştır 26.
16.yüzyıl başlarında bir başka vakıf tahririnde
“Vakf-ı Zâviye-i Hasan Bey” ve Türbehan-ı O” başlığı
altında Hasan Bey’in (herhalde Hasun Beyin de) Zaviye ve Türbesinin Kayseri merkezinde olduğu, zaviyenin (şeyhlik ve tevliyetinin) Padişah fermanı (beratı) ile Fethullah isimli şahsın elinde bulunduğu belirtilmiştir. Zaviye’nin vakfının gelir kaynakları olarak, Yörüklerden olan Sarıkürklü Cemaatına ait Yayalar (Mamalar) Mezrası (yıllık 6750 akçe), Cemaller Cemaatine tâbi Kızılviran Mezrası’nın malikâne geliri (1250 akçe), Salur Köyü’nün malikâne gelirinin dörtte biri (3931 akçe), Salur Köyüne bağlı Kireciler (?) Mezrası’nın malikâne hissesi (500 akçe), Mancusun Köyüne tâbi Hacı Bağı Mezrası’nın malikâne hissesinin yarısı (500 akçe), Güldura (Gelbula) yakınında bir arazi (50 akçe) ve hâne kirası (30 akçe) olduğu belirtilmiştir. Giderler olarak da, vakfiye şartına göre 3544 akçe tevliyet ücreti, türbede Kur’an okuyan altı hafız için her birine 600 akçe, zaviye şeyhi için 2162 akçe ve misafirlerin yiyeceği için 4325 akçe tahsisat olduğu belirtilmiştir. Ayrıca hafızların Düşenbe ve Pençşenbe günleri birer cüz tilavet ettikleri belirtilmiştir 27.
Zaviyenin yerinin bir tek bu tahrirde Kayseri merkezinde (nefs-i Kayseri) olduğu belirtilmektedir. Bu kayıt bulunmasa idi diğer kayıtlarda Kızılören ve Mamalar (Sarıkürklü) Köyü’nün daima zaviyenin vakfı olduğu belirtilmekte olduğundan zaviyenin (hangah) de burada olduğu tahmin edilebilecekti. Kayseri’de bugün ne böyle bir zaviye bulunmakta, ne de zaviye ve yanında olduğu belirtilen türbenin yeri hakkında bir bilgi verilmektedir. Yine eski kayıtlara göre şehirde ayrıca Hasan Bey veya Cüzzamlılar (Meczumin) Zaviyesi (Miskinler Tekkesi)nin bulunduğu, cüzzam hastalarının kalmaları için bu zaviyeyi yaptırıp, vakıf olarak Salkon (Salkuma, şimdi Gürpınar) Köyünü ve başka emlaki bağlıyanın Dulkadıroğlu Hasan Bey olduğu bilinmektedir. Bu zaviye ve vakıf da bugün tamamen kaybolmuştur.
Kayseri’nin 1500 tarihli tapu tahrir defterinde de Salur Köyünde Serhac Mezrasının malikânesinin Hasun Bey Hangâhı (zaviyesi) vakfı olduğu, yine Yahyalu Cemaatinin oturduğu Kızılviran, Mamalu ve Surumca (?) mezralarının malikâne gelirlerinin Hasun Bey Zaviyesi vakfı olduğu kayıtlıdır 28. 1520 tahririnde aşağı yukarı aynı tespitler yapılmıştır 29. 1570 ve 1584 tarihli Kayseri Tapu Tahrir Defterlerinde Salur Köyünün dörtte bir malikânesinin, yakınındaki Kersad Mezrası malikânesinin Kızılviran ve Mamalar Köyü’nün Hasun Bey (tahrirlerde yanlış olarak bazen Hasib Bey, bazen de Hun Bey olarak okunmuştur) zaviyesinin vakfı olduğu kayıtlıdır 30 . Yine 1584 vakıf tahririnde ise Hasan Bey Zaviyesi vakfına Salur Köyü malikânesinin dörtte biri (2919 akçe), Gergiyan Mezrası malikânesi (360 akçe), Karataş’a bağlı Kadıbağ Mezrası malikânesinin yarısı (1260 akçe), yine Karataş’a bağlı Kızılviran ve Mamalar Köyünün malikâneleri (7900 akçe), Hacı Sinan oğlu Mahmud’dan alınan kira (50 akçe) olduğu kaydedilmiştir 31.Hasun veya Hasan Bey Zaviyesi vakfına daha sonraki belgelerde de rastlanmaktadır. Zaviyenin kardeşlerden Hasun Bey’in ismini alması (Hasan olarak okunanlar herhalde hatalıdır) vakfiyede vakıf gelirlerinin Hasun Bey’e düşen kısmının zaviye hizmetlerine (zaviyeye gelip gidenlerin doyurulması) tahsisi sebebi ile olduğu anlaşılmaktadır. Ancak şeyh unvanı ile anılan babaları Selvi ve Hasan Bey’in bu zaviyede şeyh oldukları da muhakkaktır.
Kayseri eşrafından olup, zamanımızda da devam eden aile olan “Feyzioğulları” kendilerini buraya bağlayıp Horasan’dan gelen Sarı Kürklü Cemaatinden ve Şeyh Seyid Selvi evladından olduklarını ifade etmektedirler.
7.BOSTANCI (BAHAEDDİN) ÇELEBİ ZAVİYESİ
İncesu’ya bağlı Küllü (Küllice) Köyünde türbesi, eski kayıtlara göre tekkesi de bulunan Bostancı Çelebi’nin bu zaviyesi ve buna ait vakfı ortadan kalkmış durumdadır. Küllü Köyünde eski yerleşim yerinde, Kızılırmak kenarında mezarlık içinde bulunan sonradan yenilenmiş türbesi de buraya yapılmakta olan Bayram Hacı Baraj sebebi ile geçen yıl yeni köy içine nakledilmiştir.
İlk defa Hacı Bektaş-ı Veli menkıbeleri arasında geçen ve burada belirtildiği şekli ile, sonradan vakfı haline gelmiş olan Anbar çevresindeki arazisinde çiftçilik – bostancılıkla uğraştığı için bu ismi alan Bahaaddin Çelebi hakkında Hacı Bektaş-ı Veli velayetnamesinde “Hacı Bektaş-ı Veli’nin Hızır Nebi İle Buluşup Bostancı’ya Safa – Nazar Etmesi” başlığı altında şunlar anlatılmıştır:
Naklederler ki, Hz. Hünkâr Hacı Bektaş El-Horasani (K.S.A.)çoğu zaman Hızır Peygamber’le görüşürdü. Her zaman sohbet ederlerdi. Günlerden bir gün yine Hızır Nebi ile buluşup görüştüler. Kayseri’nin yukarı tarafında Saklan (Yılanlı Dağı güneyinde Saykalan) Kalesi yakınına gelip orada gezerken birisini bostan ekerken gördüler. Meğer Hz. Hünkâr’ın (Hacı Bektaş-ı Veli) Anadolu’ya ilk geldiği zaman, bahar günleri idi. Âlemin süslenip bezendiği zamandı. Hünkâr, Hızır Nebi ile o bostanın yanına gelip bir taşa oturdular. Hz. Hünkâr,
- Bostan diken kardeş!
diye seslendi. O bostancı da işitip, - Lebbeyk, ne buyurdunuz?
dedi. Yine Hünkâr, - Şu bostanından bize bir kavun getir de yiyelim,
gönlümüz ister
dedi. O kişi,
- Bitsin, erişsin, inşallah sizinle birlikte yeriz
dedi. Hünkâr, - Şu diktiğin yeri bir kere dolaş, bak, belki bitmiştir,
getir, yiyelim dedi. O kişi Hünkâr’ın sözüne aynı şekilde cevap verdi.
Bunun üzerine Hızır Peygamber (AS),
- Öyle deme, erenlerin sözünü reddetme
dedi. Hızır Nebi’nin “Erenler” demesinden o kimseyebir inanç geldi. Bostanı dolanırken birinin kökünde üç tane, burcu burcu kokan, güzel kavunların bitmiş olduğunu gördü. Hemen ikisini koparıp geldi. Birini Hünkâr’ın önüne, birini Hızır Peygamber’in önüne koyup öbür birini de, Biz ailemizle birlikte yiyelim - dedi. Hz. Hünkâr,
- Öyle olsun
- dedi. (Hacı Bektaş-ı Veli ve Hızır A.S.) oradan kalkıp
Kayseri Şehrine doğru yola çıktılar. Bostancı da kendi işi ile meşgul oldu. Ama bu işaretten gönlüne büyük bir korku geldi. Hatırına geldi, “ne kadar şaşılacak gaflet ettim. Bostan dikilirken kavun bittiğini bu âlemde kim görmüştür. O erenler velayet, keramet sahibi erenler imiş. Bu işaretler o erenlerin velayetiyle gerçekleşti. Yazıklar olsun ki ayaklarına kapanıp safa – nazar himmetini alamadım” deyip kaybettiklerine çok üzüldü. Aşağı yukarı gidip geldi. Araştırıp soruşturdu. Onlardan bir iz bulamayıp, “son pişmanlık fayda vermez dedi” dedi. Bostan dikmeyi bırakıp, o bir kavunu da kökünden kopardı, evine doğru yönelip şehre geldi. Evinin kapısından içeri girince, Hz. Hünkâr ve Hz. Nebi’yi (A.S.) kendi evinde oturur gördü. Hemen şükür secdesi edip yüzünü yere sürdü. O bir kavunu da getirip önlerine koydu. Ayaklarına düşüp ağlayıp yalvardı. Hz. Hünkâr,
İleri gel iyiliğim, bu kudret lokmalarını kes, birlikte yiyelim. Horasan’da bunun gibi bir kudret lokması yemedik
dedi. Meğer evvelkilerini de yememişlerdi. Bostancı ileri gelip o kavunların üçünü de kesti. Bir miktarını eşine gönderip kalanını erenlerle birlikte yediler. Hak teâlâ Hazretlerine şükrettiler. O Bostancı da erenlerin huzurunda peymançeye durup Lütfedip biz fakire safa – nazar himmet edindedi. Erenleri tasdik etti. Hünkâr onu traş edip, başlık (kisvet) giydirdi, gözlerini sıvadı, arkasını okşadı, safa – nazar edip icazet verdi.
- Şu andan itibaren nasibini aldın iyiliğim
dedi. Sonra Hz. Hünkâr ve Hızır Nebi (A.S.) kalkıp
yola düştüler. Erenlerin bakışı gevherdi. Kaya taşa baksa, lâl (kıymetli kırmızı taş) olur. (Bostancı) o an menzil ve mesafe alıp erlik mertebesine ayak bastı. Kayseri vilayetinde pek çok çeşit keramet ortaya çıkarıp, pek çok işaretler gösterdi. Eskiden adı Bahaüddin idi. Şimdi “Bostancı Baba” diye bilinir. Mezarı Kayseri’dedir. Amma oğulları Sivrihisar yakınında, Sakarya ırmağına yakındır. Bostancı Baba oğulları derler 32.
Menkıbede geçen Saykalan (Seygalan) Kalesinin olduğu tepenin batısı ziraat alanı olan Anbar arazisidir. Burasının gerçekten eskiden beri kavunları meşhurdur. Bostancı Çelebi’nin vakıf arazisi de, aşağıda görüleceği üzere bahsi geçen Anbar (Anbar Viranı) arazisidir.
Velâyetname’de Bostancı Çelebi’nin iki yerde daha isimi geçmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli her Kayseri’ye gelişinde onun evinde misafir kalmaktadır.
Bostancı Çelebi Zaviyesi hakkında 1500 tarihli vakıf tahririnde “ Vakf-ı Zaviye-i Bostancı Çelebi” başlığı altında, onun mezarının aynı zamanda zaviye olduğu (bütün zaviyelerde olduğu gibi) belirtilerek, vakıf emlâki sayılmıştır. Bunlar Kayseri’ye tâbi Anbar Viranı Köyü malikânesi (1330 akçe), Kenarı Kızılırmak (Kenar Irmak) Nahiyesine tâbi Boyalı Köyü malikânesi (135 akçe) ve vakfın mutasarrıfının (evladdan mütevellinin) şehir (Kayseri) civarında kullandığı bir arazi (210 akçe) olduğu belirtilmiştir 33. Yine 1500 ve 1520 tarihli Kayseri’nin emlak tahririnde de zaviyenin gelir kaynakları gösterilmiş ancak yeri belirtilmemiştir 34.
Yine XVI. yüzyıl başlarında yapılmış olan başka bir vakıf tahririnde Kayseri’deki Bostancı Çelebi Zaviyesi’nin tarihte padişah beratı ile (şeyhinin) Mevlâna Cemal olduğu gelir kaynakları olarak da Anbar Viranı Mezrası malikânesinin üçte bir hissesi ve Boyacık Mezrasının malikâne gelirleri (toplam 4126 akçe) olduğu belirtilmiştir. Giderlerin ise mescit (tekkenin mescidinin imamı vs.) ve zaviyeye gelen misafirlere yemek ikramı olduğu kaydedilmiştir 35.1570 tarihli tahrirde Halevenk Yörük Cemaatinin Küllüce ve Yuvalı mezralarında oturdukları belirtilip Kayseri’deki Bostancı Çelebi Zaviyesinin hademesinin (görevlilerinin) tasarrufunda olduğu kaydedilmiştir. Yine Toklu Cemaatinin de Küllice Mezrasında bulunduğu kaydedilmiştir 36 . 1584 tahririnde ise Sahra Nahiyesine ait Anbar Viranı Köyü’nün malikâne gelirinin yarısının Bostancı Çelebi Zaviyesi vakfına ait olduğu belirtilmiş, Güllüce (Küllüce) Köyünde Yörüklerden Toklu Cemaatinin oturduğu ve köyün Şadgeldi Zaviyesinin vakfı olduğu kaydedilmiştir 37. Şadgeldi Kayseri’de başka bir zaviye ve tekkedir.
Elimizde Bostancı Çelebi vakfına ait yakın dönem iki belge sureti bulunmaktadır. Bunlardan 1327 (M.1909) tarihli belge bir mahkeme ilamı olup zaviyeye mütevelli ve zaviyedar tayini için padişah fermanı (berat) talebine dairdir. Bahis konusu ilam’a göre Kayseri şehrine tâbi Küllü Köyünde medfun hayrat ve hasenat sahibi Bostancı Çelebi vakfının evladından, aynı şehrin Cürcürük Mahallesinde oturan Mustafa oğlu Çubukçu (zade) İbrahim Ağa’nın vekili (Avukatı) mahkemede şöyle ifadede bulunmuştur: Vakıflar Müdürü’nde bulunan 1295 (M.1878) tarihli berat (ferman) a göre müvekkilim İbrahim Ağa’nın ceddi Ömer Ağa mütevelli olmuş ancak onun vefatıyla görevleri (mütevellilik ve zaviyedarlık) oğlu Mustafa zamanında evlattan talep (rağbet) olmadığından bu görevler Vakıflar Müdürü vekili Sadık Efendi’ye verilmiştir. Vakfın vakfiyesi veya mahkemede bir sureti bulunmamaktadır. Eski teamüle göre vakfın mütevellilik ve zaviyedarlık görevleri evlada ait olmaktadır. Bu husus vakıfta bulunan 1209 (M.1794/95) tarihli fermanda da bu şekilde kayıtlıdır. Bu durumda mütevellilik (baba Mustafa da ölmüş bulunduğundan) Ömer Ağa’dan sonra vakfın öz evladı olan torunu İbrahim Ağa’ya geçmeli ve fuzuli olarak burayı işgal eden Sadık Efendi’nin bu müdahalesi men edilmelidir. İbrahim Ağa’nın babası Mustafa Ağa onun babası Ömer Ağa, onun babası Halil Ağa ve onun da babası vakfın kurucusu Bostancı Çelebi’dir (tabi şecerenin bu kadar kısa olmaması lâzım). Bu sebeple evladın evladından olan İbrahim Ağa mütevelliliği yapmaya ve zaviye binası her ne kadar harap olmuş ise de onu tamir etmeye ve zaviye içinde geleni gideni yedirip doyurmaya da kadirdir (yeterlidir).
Buna karşılık Sadık Efendi ise mütevellilik ve zaviyedarlık şartlarının ancak vakfiyede görülebileceğinden, vakfın vakfiyesi de olmadığından, bu görevlerin İbrahim’e tevcihi doğru değildir, evlad şartı bulunmadığı için de vakıf gelirlerinin vakıf sandığında kalması (müdürlük bütçesine alınması, yani müdür olarak kendi mütevelli vekilliğinin devamı) gerekir demiştir.
Bunun üzerine vekilden (avukattan) iddialarını açıklayacak delil istenince şahit olarak Küllü Köyünden Sarı Ali oğlu Ahmed Ağa ve Kayış oğlu Osman, Yesari oğlu Mustafa Ağa, Köseoğlu Mehmed Ağa, köy imamı Gürünlü oğlu Hasan Efendi ve evvelki muhtar Aksakal oğlu Mustafa Ağa mahkemede verdikleri ifadelerde, İbrahim’in Bostancı Çelebi evladından olduğu, vakıf şartları ve eski uygulamaya göre mütevellilik ve zaviyedarlığın vakıf evladına ait olduğu, İbrahim Ağa’nın bu görevlerin uhdesinden gelmeye kadir olup, harap zaviyenin tamirini ve zaviyeye gelip gidenlerin doyurulmasını sağlayabileceğine şahit olduklarını belirtmişlerdir.
Nihayet hâkim buna uygun karara vararak, İbrahim Ağa’nın bu görevlere tayin için merkeze (İstanbul’a) ferman (berat) talebini, 22 (?) Rebiülevvel 1327 tarihinde yazdırmıştır. Buradan anlaşıldığına göre, bir müddet mütevellisiz kalan vakıf, şimdi olduğu gibi vakıf müdürü tarafından vekâleten idare edilmiştir. Sonra evlad İbrahim Efendi (talep edilen berat elimizde mevcut olmasa da) mütevelli olmuştur. Bu tarihte köyde olduğu anlaşılan zaviye haraptır. Ancak vakfın zaviyeyi tamir ettirmesi ve diğerlerinde olduğu gibi bu zaviyeye de gelip gidenlerin (âyende ve revende) yedirilip içirilmesi için vakfın yeterli geliri bulunmaktadır. Vakfın Anbar’daki çok büyük ve verimli arazisi yukarıda geçtiği gibi, aşağıdaki ilamda da teferruatıyla ortaya konulmuştur.
Elimizdeki ikinci belge yukarıdaki belge’den dört yıl sonraya 1331 (M.1913) yılına ait yine bir mahkeme ilamıdır. Bu belgeden de şunları öğreniyoruz:
Kayseri şehri mahallelerinden Cürcürük Mahallesinde oturan Bostancı Çelebi Vakfının mütevellisi Çubukçu oğlu İbrahim Ağa’nın vekili (avukatı) Hacıpaşazâde Osman Efendi ve Kalfayan Arşın (Artin ?) Efendi, mahkemeye gelerek, vakfın arazisine tecavüzde bulunan ( el koyan) şehrin mahallelerinden Taşkıncık Mahallesinde sakin İnce oğlu Şaban, Çantık oğlu Hüseyin, Şahlı oğlu Elvan ve Ekmekli oğlu Ahmet’e mahkemece davetiye gönderildiği halde kendileri gelmediği gibi vekil de göndermemiş olduklarından gıyaplarında karara varılmasını talep etmişlerdir.
Adı geçenlerin hukuklarını koruması için tayin edilen Avukat Saffet Efendi’nin ve Kayseri Vakıf Memuru Hacı Atıf Bey’in huzurunda (bulunduğu celsede) vakfın vekilleri müvekilleri İbrahim Ağa’nın atası olan hayır sahibi Bostancı Çelebi’nin vakfının Kayseri Köylerinden Küllü Köyünde bulunan hayır eserleri içinde olan zaviyesine ait gelirlerin fazlasının vakıf evladına ait olduğuna dair bir adet ferman ve bir adet hüccet (mahkeme ilamı)e göre, sazlık denilen mahalde Anbar Köyü hudutları içinde, bir tarafı Karayolak, bir tarafı Kayseri’den gelen Orta Yol ve Tosbağalık denilen mevki ve bir tarafı da Özlük ve Balkan ile çevrili, beş bin kuruş kıymetli bir kıta otluk ve berdilik (yumuşak kamış) olan vakıf arazisi Bostancı Çelebi Vakfı arazisi olup burasını işgalde ısrar eden yukarıda adı geçenler, her ne kadar mahkemeden lehlerine karar almış ise de bunun dayandığı fetvada şartlara riayet olunduğu açıklanmamış ve karar bin üçyüz otuz senesi (M.1912) zilhiccesi tarihiyle iade olunmuş (temyiz tarafından bozulmuş) olduğundan yeniden dava açılmış ve temlikname olup olmadığı ve eski mütevellilerin idaresinin araştırılmasına lüzum görülmüştür.
Bu konuda işgalciler güya Kara Mustafa Paşa vakfına dayanarak işgal ettikleri arazinin vakıf olmayıp umuma ait olduğunu iddia etmişlerdir. İbrahim Ağa’nın vekili buna delil istemiş ve ayrıca Kuyud-ı Hâkânide kayıtlı vakfa ait bir ferman ve hüccet ibraz edilmiştir. Eski mütevellilerin tasarrufları da bu şekilde olmuştur. İbrahim Ağa’nın ceddi Ömer Ağa elli seneden fazla vakfın mütevelliliğini yapmış, vefatından sonra beş yıl evvele kadar vakıf boş, mütevellisiz kalmıştır. Arazinin işgali mütevellinin muvafakati ile olmamıştır. Beş yıl önce mütevelli olan İbrahim Ağa da bu müdahalenin men’ini talep etmiştir.
Daha sonra Kayseri mahallelerinden Mükremin Mahallesi imamı İmamzâde Mustafa Efendi, (aynı) mahalleden Hafız Ağazâde Mustafa Ağa, Lalapaşa Mahallesi imamı Talaslızâde Hacı İbrahim Efendi, Hacı Kasım Mahallesinden Külahçı oğlu Recep Ağa, Çivici Bektaş Mahallesinden Kavuk oğlu Nuh, Mükremin Mahallesinden Pirdede oğlu Ata Çavuş, Lalapaşa Mahallesinden Kurt Musa Efendi oğlu Şaban Ağa’nın şahadetleri ile bahsi geçen arazinin Bostancı Çelebi vakfı olduğu, burasının Mütevelli İbrahim Efendiye teslim edilmesi gerektiği hükmüne varılmıştır, 5 Ramazan 1331 (M.1913).
Görüldüğü üzere Küllü Köyünde bulunan Bostancı Çelebi Zaviyesinin vakfı olan ve sınırları gösterilen vakıf arazisi, mütevellisiz kaldığı süre içinde işgal edilmiş ancak mütevelli İbrahim Ağa burasını tekrar vakfa mal edip işgalcilerden temizlemiştir.
Daha sonra tekrar mütevellisiz kalan arazi son zamanlarda evlattan Bayram Mazmanoğlu’nun çabasına ve Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün uğraşmasına rağmen bu defa Maliye hazinesine yazılmasına mani olunamamıştır.
Ambar Sazlığı Erciyes eteğinden orta bölüme kadar Kara Mustafa Paşa Vakfı, orta bölüm Bostancı Çelebi Vakfı, buradan Molu Köyü yakınına kadar da Sokullu Mehmet Paşa Vakfı idi. Bugün bu vakıflara ait burada bir karış yer bulunmamaktadır.
Bostancı Çelebinin köydeki arazisi, zaviyesi ve mezarı da yok olmuş ve yukarıda belirtildiği gibi baraj suları altında kalmıştır.