Hakkında

ŞEYH TURESAN VELÎ TEKKESİ

Şeyh Turesan Velî’nin hayat hikayesi hakkında şimdilik maalesef herhangi bir tarihi malumata sahip değiliz. Onun hakkında halk arasında bir kısım menkıbeler anlatılmakta olup kurmuş olduğu tekkesinin Şeyhliği İncesu’da sülalesi olan ailede yakın zamanlara kadar devam etmiştir. Devrin maruf şeyhi olduğu anlaşılan Turesan Velîye Valide Sultan Mahperi Hunat Hatun Tekke Dağında, Durağım mevkiinde bugün de ayakta bulunan tekkeyi (zaviye) yaptırıp hediye etmiş ve etrafındaki geniş araziyi de vakıf yaparak kendisine ve kendisinden sonra devam edecek tarikatına bağışlamıştır. Tekkenin bu enterasan yeri seçilirken bu yeri Turesan Velî’nin, şimdi tekke önünde bulunan ortası delikli büyük bazalt siyah taşı, Erciyes’ten atarak tayin ettiği, taşın durduğu bu yere Durağım dendiği hakkında halk arasında menkıbeler anlatılmaktadır. Hunat Hatun Turesan Velî’ye bu zaviyeyi bağışlarken, oğlu Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev de Kayseri’de Kızıl Köşk olarak bilinen Billur Bağlarındaki, şimdi kalıntıları kalmış tekkeyi Mevlâna Emir Tâc isimli şeyhe, Hisarcık suyunu da vakfederek bağışlamıştır. Yine Şeyh Turesan Velî devrinde çevrede Kayseri’de Seyyid Burhaneddin Hazretleri ve Ahi Evran dergahları da faaliyette idiler. Küllü Köyünde Bostancı Çelebi (baba), Yılanlı Dağ arkasında Koyun Baba, Şeyh Şaban Köyünde Şeyh Şaban-ı Velî ve Omuzu Gürzlü, Kulpak Köyünde Şeyh Çoban, Şeyh Turesan Velî gibi hâli yerlerde kurmuş oldukları tekkelerinde tasavvufla, ilim, zikir ve teâtla meşgul idiler.
Hunat Hatun’un bu sarp ama âsude, sakin bir manevi havası olan bu güzel vâdîde, çevreden getirttiği taşlarla yaptırmış olduğu tekke yaklaşık 21xl4 metre ebadında olup dikdörtgen bir plana sahiptir. Duvarlar küçük sıralı kesme taşlarla inşa edilmiş, bina tanoz ve kemerlerle örtülmüştür. Ortada sembolik küçük bir kubbesi bulunmaktadır.

BİNA MİMARİSİ

Binaya doğudan basık kemerli tezyinatsız bir cümle kapısından girilmektedir. Kapı üzerinde 90×50 cm ebadında, maalesef düşme neticesi kırılarak bir kısmı eksilmiş mermer kitabesi bulunmaktadır. Binada kapı arkalarındaki duvar genişliği ağaç kirişlerle örtülmüştür. Cümle kapısından, binanın doğu-batı istikametinde uzanan kapalı avlusuna (hol-salon) girilir. Girişin hemen sağında eyvan şeklindeki bölümden kuzeydeki hana geçilir. Salonun üzeri tonozla örtülü olup ortada iki takviye kemeri bulunmaktadır. Bu kemerler arasında üzeri alemli küçük sembolik kubbe yer alır. Avluya açılan soldaki, dışardan duvar ve mihrap çıkıntısı bulunan oda mescittir. Mescidin güneyinde mihrabı bulunmaktadır.
Mescidden sonraki oda, içerisinde Şeyh Turesan Velî’nin medfun olduğu türbedir. Türbenin salona kapısı ve bir penceresi açılmaktadır. Sağda, dipte bulunan oda, Şeyhin kullandığı oda olmalıdır. Üst tarafta bir penceresi vardır. Onun yanındaki oda ise tekkenin mutfağıdır. Mutfağın dama bacası bulunmaktadır. Avlu, türbe kapısı yanından itibaren dipte zeminden yükseltilip trabzonlarla bir seki yapılarak oturma/sohbet mahali (eyvan) meydana getirilmiştir. Avlu tabanı dağdan getirilen iri parçalı düz tabî taşlarla kaplanmıştır. Odaların tamamının üstü tonozdur. Mutfağın avlu duvarı önünde dama çıkan merdiven bulunmaktadır. Cümle kapısının sağındaki holden geçilen, binanın kuzeyini boydan boya kaplayan han kısmında duvarlarda hayvanların bağlandığı delikli taşlar bulunmaktadır. Burası sonradan mezarlık hâline getirilmiştir. Binanın üzeri toprakla örtülmüş bununda üzeri çevrede bulunan tabii düz sallarla kaplanmış, bu sallar duvar üzerlerinden taşırılarak yağışlara karşı saçak meydana getirilmiştir. Mescid ve türbenin damları diğerlerine göre daha yüksek tutulmuştur. Binanın taşlan üzerinde, bu devirdeki diğer binalarda da görülen Selçuklu taşçı ustalarının işaretleri görülmektedir. Bina da bu hali ile sağlam vaziyette günümüze intikal etmiş nâdir Selçuklu zaviyelerindendir.

KİTABE

Giriş kapısı üzerinde bulunan 60×50 cm ebadında beyaz mermere yazılmış dört satırlık kitabe, maalesef buradan düşerek kırılıp parçalanmış, bu esnada da binayı yaptıran Hunat Hatun’un ismi ve binanın yapılış tarihi kaybolmuştur. Sonradan izlere göre eksik kısımlar tamamlanmaya çalışılan bu kitabede:

Emere bi-imareti hazâ el-meşhed fi eyyâm-ı devlet (is-sultan) İl-âzam Gıyase’d-dünya ve’d-din Sul-tan-ı Selâtinü’l-A(rab)

Ve’l-Acem ebi’l-feth Keyhüsrev bin Keyku(bad)……………………………………………………………………..(e) mirü’l- mü'(minîn)el-meli(ket)
İl-kebiret Safveti’d dünya ve ve’d-din es-sahibü’l – hayrat sene 640 yazılıdır.

Tercümesi:
Bu meşhed’in (şehitlik) yapımı, Keykubad’ın oğlu Büyük Sultan, dinin ve dünyanın yardımcısı (Gıyaseddin) Arap ve Acem Sultanlarının Sultanı, fâtih, müminlerin emiri’nin (devrinin Abbasi Halifesi-nin) delili Keyhüsrev’in saltanat günlerinde büyük Melike, dinin ve dünyanın temiz hanımı hayrat sahibi (Mahperi Hatun) tarafından 640 senesinde emredildi.
Kitabenin kırılarak eksilen kısımlarını Hunat Hatun’un Kayseri Hunat Cami ve burada bulunan türbesindeki mezar taşı kitabelerine göre tamamlamış bulunuyoruz. Saffetü’d-dünya ve’ddin, Hunat-Hatun’un kitabelerde geçen ünvanıdır. Yine kitabelerde büyük melike olarak ta anılmakta, ismi ise “Mahperi” olarak yazılmıştır. Oğlu Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev de Büyük Sultan, fatih, Arap ve İran Sultanlannın Sultanı gibi büyük sıfatlarla anılmıştır. Kitabede esas tekkenin Şeyhi Turesan Velî’nin ismi geçmemekte olup, binadan da tekke, zaviye olarak değil, meşhed (şehitlik-türbe) olarak bahsedilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre Şeyh vefat ettikten sonra burası bir bakıma onun şehitliği (türbesi) olmuştur.

ŞEYH TURESAN VELİ ZAVİYESİNİN VAKFİYESİ

Mahperi Hunat Hâtun’un Şeyh Turesan Velî Zaviyesi’ne vakfettiği arazi için yazdırmış olduğu vakfıye maalesef zamanımıza gelememiş, kaybolmuştur. Bu vakfiye belki İncesu’daki eski ailelerin birinde eski evrakların arasında bulunmaktadır. Vakıflar İdaresi geçen asrın ortasında, Osmanlı Devletinde bakanlık iken mütevellîlerden vakfiyeleri emaneten toplayıp bunların metinlerini, bir kısmını Arapçadan tercüme ettirerek defterlere kaydettirdikten sonra iade etmiş, bu arada birçoğunun asılları da bakanlıkta kalmıştır. Şeyh Turesan Zaviyesi Vakfıyesi de daha önce bu şekilde tercüme edilip deftere kaydedildikten sonra aslı o zamanlar tekke şeyhi mütevelliye iade edilmiş ve Vakıf özel bir statüye (Haremeyn, Mekke, Medine vakıfları arasına) alınmıştır . Bu durumda asıl vakfiyenin yakın zamanlara kadar elde olduğu anlaşılmaktadır.
Halen Vakıflar Genel Müdürlüğünde 732. defterin 168. sayfasında kayıtlı bulunan vakfiye tercümesi, maalesef yanlışlar yapılarak Arapça aslından yapılmıştır. Bahis konusu vakfiyenin tercümesi aynen şöyledir:
Sebeb-i tahrir-i kitâb-ı mer’i budur ki, Liva-yı Niğde ve Kaza-yı Ürgüb’de mütemekkin olan Sultan Alaaddin zev-ce-i Huand Hatun Şer’i Nebevide gelüb şöyle takrir-i kelâm ve tâbir-i ani’l- meram kılub dediki: Hâl-i sahihamla temellük edindiğim Livayı Niğde ve Kazayı Ürgüb müzâfâtından Sultanım nam karye ki on iki sehimden Sultancık ve Saraycık ve Kozluca ve bizziyaret ve Kabak Depe ve Zanbucak ve Sunular Kalası ve karadan öz sıra sağ tarafa giden Öz Ova’sın yolu kat olunup Ulu Yol ve Ağca Meşhed, Ulu Yol ve Saraycık ve yine UluYol sıra Han Kaşı’na varınca Kaş sıra Fakıhlı Dervendi ve Kaş sıra Sülüklü Pınarı ve Kaş sıra Kum Başı ve Kâfirler Kalası Kaşı ve Celebir Deresi Kaşı ve Karalar Kaşı ve Keklik Kaşı sıra Dedemli Kuyusu, öz sıra Kangallı Özü ve Beğ Çardağı önünden giden öz sıra ve Kıbel Kara’ya giden yolu kat edûb ve öz sıra Ak Köy yolu, Samed ve Göç yolu ve Muslucuk ve Timurtaş Su adlı ve Çakmak Taşı ve Yalnız Ceviz ve Eşekli Beleği’ne giden yol sıra bizziyaretinde nihayet bulup bu zikr olunan arâziden hâsıl olan hububâtm öşürlerin ve resm-i çift ve resm-i bennak ve resm-i cebe ve resm-i ganem ve resm-i kovan ve resm-i bâd-i heva ve resm-i arusâne rızaen’lillah ve Ruh-ı Muhammed Mustafa salli Allah’ı Aleyhi ve sellem için vakfeylemiştir. Şöyle kim, eazze-i kirâm dan ve meşayih-i izamdan ve Zaviye-i Şeyh Turesan için şart eylemiştir kim, bâde’lişa, zikr’ullah kıraat idib hulusla bade’z-zikir sure-i Mülk tilavet ide ve mezkûr Şeyh Turesan zi-hayatta oldukça el-masraf ba’de’t- tamirü’r-rekabet bu şartlan eda ide. Bâde’l-intikal evlâda meşruta olub, evlâd-ı seccade-nişin olanların ve cihet-i tavliyeti ve cihet-i meşihatı ve cihet-ı kitâbeti ve cihet-i nezâreti ve cihet-ı imâmeti ve cihet-i evlâdiyet ve meşrutiyet Şeyh Turesan’ın evlâdı ve evlâdının eslahına ve evladı evlâdı silsilesine ve ehibbâsından gerekdir. Kim bu kavli ve şartını tebdil ve tağyir iderse, rûz-ı âhiretde ve huzurı Hak’da dâvâcıyım. Şart’il vâkıf kenesi’ş-şâri’ kavlihi tealâcelle celâlihû, “vasiyeti işittikten sonra değiştiren olursa bunun günahı değiştirenlerin üzerinedir. Allah şüphesiz işitir ve bilir”(Bakara Sûresi, 181.ayet) ayeti kerime fehvası üzere şartı vâkıfın teazzürü mâveka ketb ve terkim olundu, vakti hâcetde izhar oluna, seneti semane ve tisinve hamse mie (598). Vakfiye tercümesinin üzerindeki kayıttan Hicri 1157, Miladi 1745 senesinde kaydedildiği belirtilen bu sûret yukarıda da belirtildiği gibi birçok hatalarla tercüme edilmiştir.
Eğer elimizde orjinal vakfıye bulunsa idi bu hataların doğrusunu görmek mümkün olacaktı. Bu hataların başında, sona yazılan vakfıyenin tarihi gelmektedir. Burada yazılan hicri 598 tarihinin doğru olması mümkün değildir. Zaviyenin kitabesinden burasının II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in sultanlık günlerinde yapıldığı yazılıdır. II. Keyhüsrev, Hicri 634-644 yıllan arasında saltanatta bulunmuştur. Vakfiye tarihinin de bu yıllar arasında yani Miladi 1236-1246 yılları arasında olması gerekmektedir. Vakfiyenin genel olarak değerlendirilmesine gelince:
Vakfiyenin başında, bu vakfiyenin yazılmasının sebebinin, o devirde Niğde Livası (sancağı)’na bağlı Ürgüp kazasında oturan (Ürgüp Hunat Hatunun mâlikanesi idi) Sultan Alaaddin (Keykubad I)’in hanımı Hunat Hatun’un mahkemeye gelerek aşağıda sınırlarını tarif ettiği araziyi vakfettiğini söylemesi olduğu belirtilmiştir. Bu arazi Ürgüp İlçesi’ne bağlı Başdere ile İncesu İlçesi arasında bulunan, bugün İncesu İlçesi sınırlarında kalmış olan dağlık mıntıkadır. Genel olarak Sultanım denilen bu arazinin sınırlan içinde geçen Kabak Tepe, Ulu Yol, Kum Başı (Kum Kuyu olarak), Kâfirler Kalesi (Gavur Kalesi olarak), Karalar (Karanı Dere olarak), Keklik Pınarı (Keklicek Pınarı olarak), Dedemli Kuyusu, Bey Çardağı, Kıbel Kaya (Üç Kaya olarak), Akköy Yolu, Demirtaş Su mahalleri bugün de bilinmektedir. Hunat Hatun bu araziden alınan öşür, çift vergisi, kazanç vergisi, silah vergisi, koyun vergisi, arı kovanlarının vergisi, ticaret vergisi ve evlenme vergilerini önce Allah rızası için ve Hz. Muhammed’in (SAV) ruhu için, sonra Şeyh Turesan Zaviyesi için vakfetmiştir. Bunun için şu şartlan ortaya koymuştur. Yatsı namazından sonra ihlasla Cenab-ı Hak zikredilecek ve bu zikirden sonra Kuran-ı Kerim’den Mülk Sûresi okunacaktır. Şeyh Turesan hayatta oldukça vakıf gelirlerinden zaviyenin tamir ve ihtiyaçlarını karşılayacak, Şeyhin vefatından sonra evlâdından yerine şeyh olanlara (seccadenişîn) ve vakıfta bulunan mütevellilik (vakfin idarecisi), şeyhlik, kâtiplik, nâzırlık ve imamlık görevleri ile şeyhin evladına ve evladının evladına tahsisat ve hisse verilecektir. Yani vakfın gelirleri, Şeyh hayatta iken Şeyhin kendisinin ve zaviyenin ihtiyaçları ile binanın bakım ve onarımına, kendisinden sonra yerine Şeyh olacak evladının eslâhına, layık olan en iyisine), vakıf görevlilerine ve sülalesine ödenecektir. Vakfıyenin sonunda da her vakıfta olduğu gibi vakfın ifadelerini ve şartlarını değiştirenlerden ve aslını bozanlardan ahirette, mahşer gününde davacı olunduğu belirtildikten sonra yine vakfıyelerde genellikle bu hususa dayanak olarak alınan Kuran-ı Kerim’den Bakâra Sûresinin 181.ayeti olan ‘Vasiyeti işittikten sonra değiştiren olursa, bunun günahı değiştirenlerin üzerinedir. Allah şüphesiz işitir ve bilir” ayeti zikredilmiştir. Sonunda da vakfiyenin 598 senesinde yazıldığı kaydedilmiştir.
Vakfiyenin sonuna yine diğer vakfıyelerde olduğu gibi vakfın kurulduğuna şahit olanların isimleri yazılmıştır. O devirde Vâlide Sultan’ın vakfına şahitlik yapan bu şahıslar şunlardır: Şeyh Şeref İbni Süleymanî, ileri gelenlerin özü Şeyh Hasan Beğ İbni Süleyman (esas binada), âriflerin başı Ahî Hûban (çoban olabilir) İbni Ahi El-Vusûli, Yahya Halife İbni Burhan, El-Hac İvaz İbni Yakup, seyyidlerin yücesi (kûh-ı seyyid) Şeyh Ali İbni Ali, Küşük- zâde Sü-leyman İbni Mehmed Efendi, Ömer Sûfi İbni Velî, Şaban- Zâde Muhammed Efendi İbni Musa Efendi, Köse Ali İbni İshak, Murtaza Beğ İbni Velî, Beyazıd Beğ İbni Mustafa, Ali Ağa İbni Hacı Bekir, Hüseyin Ağa İbni-Hac Receb.
Vakfiyenin başında ise vakfı tasdik eden Ürgüp Kazası Kadıları Hüseyin, Seyid Ahmed, Muhammed ve Ali’nin tasdik cümleleri bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi Hunat Hatun’un vakfının şahitleri genellikle devrin tasavvuf erbabı şeyhlerden oluşmaktadır. Tabii ki bunlar o çevrede faaliyette bulunan tarikat erbabıdır. Vakfıye tercümesinde bu isimler yazılırken de hatalar yapılmış olabilir. Birinci şahit Şeyh Şeref Kayseri’de Osmanlı döneminde tesbit edilmiş evliya (yatır) listelerinde bulunan Şeyh Şerafeddin Nurbahsi’nin ismini akla getirmektedir. İkinci şahit Süleyman oğlu Şeyh Hasan Beğ’in isminin yanına yazılmış bulunan “Allah’a ait olan asıl binada” ibaresi bunun zaviyenin Şeyhi Şeyh Turesan olabileceğini düşündürmektedir. Üçüncü Şahit Ahi Çoban (Huban gibi yazılmış) Develi’nin köylerinden Kulpak Köyünde tekkesi bulunan Şeyh Çoban olabilir. Yine Şâbanzâde Muhammed Efendi de Şıh Şaban Köyünde madfun Şeyh Şaban ailesinden bir zat olabilir. Hacı İvaz İbn-i Yakup, Kayseri’de Camii Kebir Mahallesi’nde bulunan eski Hacı İvaz Mahallesi’nin ismini hatırlatmaktadır. Vakfıyeyi tasdik eden hakimlerin tamamının da Ürgüp kadıları olması (herhalde ard arda görev yapmışlardır) dikkat çekicidir. Vakfiye tercümesinin üzerine yazılan Hicri 1157 (M. 1745) tarihli kayıtta, H. 1157 tarihinde geçerli ve yürürlükte olan asıl vakfiyenin mütevelliden alınarak Haremeyn (Mekke-Medine) vakıflarının nazırlığına kaydedilmesi (dahil edilmesi) için padişahın fermanı olduğuna dair, mealen şu ibare bulunmaktadır: Aynı zamanda Dârü’s saade Ağası olan Haremeyn Evkafının (vakıflarının) Nâzırı (Bakanı) Hacı Beşir Ağa Divan-ı Hümayuna (hükümete) arz (dilekçe) göndermesi üzerine, nezâreti altında olan Niğde Kazasının Ürgüp Kasabasında bulunan merhum Şeyh Turesan Evkafının Mütevellisi (Vakıf idarecisi) ve Şeyhi olan Hacı Abdullah kendisinde olan asıl vakfiyeyi, vakfın mütevelliğine ve diğer vazifelerine başkalarının müdahale edememeleri için, Nezaret Muhasebesine kaydettirmek istediğine dair dilekçe ile müracaatı üzerine, elindeki asıl vakfıye Nezaret Muhasebesine kaydedilmiş ve vakfa haksız yere müdahale edenlerin men’edilmesi için Sultandan ferman alınarak buna uygun emirnâme yazılması için bu tezkere verilmiştir, 22 Zilhicce 1157(26 Ocak 1745)
Bu önemli kayıttan da o tarihte (1745) Hunat Hâtun’un, aslı Arapça olması gereken asıl vakfiyesinin, yine o tarihte mütevelli ve şeyh olan Hacı Abdullah Efendinin elinde olduğu ve vakfa bir takım haksız kimselerin müdahelede bulundukları, bunların önlenmesi için, Haremeyn Evkafi Nâzırlığına müracat ederek, vakfiyeyi oraya kaydettirip vakfa müdahelelerin önlenmesi için nâzır olan Dârüssaade Ağası (Padişahın Sarayda içişlerini gören zenci hadım ağa) Hacı Beşir Ağaya müracatla padişahtan ferman aldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Burada dikkat çeken husus, Osmanlı Devletinde vakıflar bakanlığı kurulmadan bu vakfın böyle özel bir muameleye tâbi tutulmasıdır.

ŞEYH TURESAN VELİ VAKFI VE TEKKESİNİN BUGÜNKÜ DURUMU

Şeyh Turesan Velî Vakfı, yukarıdaki belgelerden de anlaşılacağı üzere 1920’li yıllara kadar gelmiş, bu tarihten sonra evlattan ilgilenen kimse bulunmadığından, evlat eli ile idare edilen (mülhak) vakıf şeklinden çıkıp ilgisiz kalmış, Vakıflar Genel Müdürlüğü de alakadar olmadığından emlakının kaydı da yapılamamıştır. Dağda bulunan tekkesi bakımsız kalmış yine çoğunluğu dağlık bölgedeki vakıf arazisi ya kadastro harici kalıp kaydolmamış, yahut ta yerleşme alanlarında temlik veya işgal edilerek elden çıkmıştır. Öyle ki bugün bu kadar büyük Şeyh Türesan Velî Vakfından tapu kaydı olan hiç bir emlak bulunmamaktadır. İşgal dışındaki arazinin ve zaviyenin vakfı adına tescili için yakın zamanlarda kadastro tesbit davası Vakıflar Kayseri Bölge Müdürlüğü görevimiz esnasında açmış idik. Ancak davaya halktan bilir kişi ve şahit olarak pek yardımcı olan çıkmamakta ve dava uzamaktadır. Ama en azından dava açılmış, geçte olsa vakfı yeniden tapuya tescil etme imkanı doğmuş olmaktadır.
Şeyh Türesan Velî sülâlesinden İncesu’da bugün kimler bulunmakta tam olarak tesbit edilmiş değildir. Bir kısım ailelerin onun ahvadından olduğu ve vakıfla ilgilerinin bulunduğu bilinmektedir. Vakfın son mütevellilerinin Vakıflar Genel Müdürlüğünden bir listesini almak, oradaki yetkilinin anlaşılmaz menfi tutumu sebebi ile mümkün olamamıştır. Ancak son mütevvelli ve diğer hak sahiplerinin büyük bir kısmı, yukarıda metinlerini verdiğimiz belgelerde bulunmaktadır.