On üçüncü yüzyıl Anadolu’sunda Selçuklu devrinde Kayseri’de, İncesu’da yaşamış bulunan Şeyh Turesan-ı Velî (Kaddes Allahu Sırruhû), Seyyid Burhaneddin ‘Tirmizi, Sultanü’l ulemâ Bahaeddin Veled, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, Hacı Bektaş-ı Velî, Şeyh şaban-ı Velî, Şeyh Evhaduddin-i Kirmanî, Ahi Evran Şeyh Nasıreddin (Kaddes Allahu sırruhül’l-ecmain) gibi Anadoluyu aydınlatan Selçuklu döneminin, birçoğu Türkistan şeyhi Ahmet Yesevî Hazretleri dergâhından yetişmiş tasavvuf ehli pirlerdendir. Babası ve ataları hakkında malumatımız bulunmayan Turesan-ı Velînin isminin Dur-Ali veya Tur Ali, Tur-Afşın gibi, Tur Hasan veya Dur Hasan isminin birleşmesinden meydana geldiğini tahmin etmekteyiz. Kendisine mekan olarak seçip dergahını kurduğu İncesu’nun Tekke Dağı bölgenin, geçilmez, sarp ve hâli alanlarından olup, o emsali hak erenler gibi, burada dervişleri ile birlikte ibadet taat, zikir ve ihtiyaçlarının temini için çalışma ile meşgul olmuş, kendisine tâbi olanları ve az ilerde, dergahın doğusundan, Ürgüp’ten gelip İncesu’yu Kayseri’ye bağlayan Ulu Yol’dan gelip geçen ve buraya uğrayan yolcuları irşat etmiş, ağırlamış ve ihtiyaçlarını karşılamıştır. Zaten hemen karşısındaki dağlarda tekkelerini kurmuş Şeyh Şaban-ı Velî, Şeyh Çoban, Omuzu Güçlü Hazretleri de böyle sarp ve hâli yerleri seçip buralarda inziva halinde, ancak çevre ile ilgili, gelip geçeni kondurma, doyurma ve irşat hizmetleri ile meşguldüler. Bu bölge aynı zamanda eski hristiyanlık merkezlerinin en önemlilerinden olan Kapadokya Bölgesi idi. Bilhassa Bizans döneminde, kaya içlerinde ve yer altında meydana getirmiş oldukları kilise ve manastırlarında hristiyan keşişler, yüzyıllar boyu faaliyet göstererek bütün çevreyi tesirleri altına almışlardı. Onlar Selçuklu sultanlarının müsamahaları altında bu faaliyetlerini sürdürürken, bir taraftan da Anadolu’nun müslümanlaşmaya başlaması üzerine Haçlı seferlerini davet edip, Anadolu’yu kana bulayan, dağlan taşları şehitlik haline getiren, bu akınlara mihmandarlık ediyorlardı. İşte bütün bu Velîlerin faaliyet alanı olarak böyle bir alanı seçmiş olmalarının hikmeti biraz da buna bağlı idi. Bölgenin bir ucunda, o zaman yine hâli bir yer olan Suluca Karahöyük (Hacı Bektaş) ‘te Hacı Bektaş-ı Velî, Kırşehir’de Taptuk Emre ve Yunus Emre, Ahi Evran, Kayseri’de Evhadüddin-i Kirmanı yine Ahi Evren ve Seyyid Burhaneddin Hazretleri, Erciyes çevresinde başta Şeyh Turesan Velî olmak üzere diğer bütün mutasavvuf şeyhler bu bölgeyi rastgele seçmemişlerdir. Bunlar; Haçlı belasından sonra bu defa doğudan gelen putperest Moğol vahşeti karşısında da Anadolu insanının sığınağı, moral gücü olmuşlar ve bu en buhranlı dönemlerin, inançların kaybedilmeden ve belki daha güçlenerek, bu üstün düşman güçleri karşısında Anadolu terkedilmeden felaketlerin geçirilmesinde gayret sarfetmişler.
Bu kutsal görevleri üstlenen devletlerden biri zayıflayıp yıkılmak üzere iken hemen yerine daha güçlü olanın kurulmasında da birinci derecede rol oynamışlardır. Ülkeyi her an, resmî ordu ile birlikte düşmana karşı savundukları gibi, memlekette asayiş’in sağlanmasına da yardımcı olmuşlardır. Şeyh Turesan-ı Veli Hazretlerinin vefatı yılında yani 1243 senesinde Sivas’da Kösedağ’da emirlerin tedbirsizliği yüzünden talihsiz bir şekilde Moğol ordusuna mağlub olan büyük Selçuklu ordusunun dağılması üzerine Moğollar Sivas’ı ele geçirip yağmaladıktan sonra Kayseri surlarına dayanmışlar ve şehrin kendilerine teslimini istemişlerdir. Kayseri diğer şehirlerden farklı olarak Moğol tehdidini kabul etmeyerek müdafaya çekilmiştir. Halbuki vahşi putperest Moğollar teslim olmayıp zorla aldıkları şehri tarihten silmekte ve ahalisini tamamen katletmekte idiler. Surlar içinde şehrin müdafaasını İki Selçuklu emiri, Fahreddin Ayas ve Samsameddin Kaymaz organize ediyor, onlara Ahi Evran’ın başında bulunduğu Ahiler ve diğer tarikat erbabı yardımcı oluyordu. Bu sırada Seyyid Burhaneddin Hazretleri de şehir içinde Kale önündeki dergahında bulunuyor idi. Belki Şeyh Turesan Veli ve dervişleri de bu müdafaada yerini almışlardır. Moğollar uzun süre zorladıktan sonra şehri alamıyacaklarını anlayıp çekilmek üzere iken şehir içinde görevli Ermeni dönmesi Hacik oğlu, gizli geçitlerden geçip Moğollara vararak, onlara muhasarayı kaldırmamalarını, müdafiilerin herşeylerinin tükenmiş olduğunu ve güçlerinin kalmadığını ihbar etmişti. Bunun üzerine Moğollar tekrar büyük bir hışımla kalenin Sivas Kapısına (Şimdiki Cıncıklı Camii önündeki geçit) yüklenmişler ve buradan kapıyı zorlayarak şehre girmişlerdir.
Bunun üzerine şehir tarihinde görmediği büyük bir katliamla karşı karşıya kalmıştır. Moğollar bütün ailelerden işkencelerle kıymetli mallarını, paralarını almışlar ve sonra hepsini kılıçtan geçirmişlerdir. Genç kız ve erkekleri birbirine bağlayarak esir edip şehir dışına çıkarmışlar ve şehri ateşe vermişlerdir. Şehirde feryatlar ateşlere karışmış ve sanki kıyamet kopmuştu. Bu sırada dergah önünde oturan Seyyid Burhaneddin’e de zarar vermek isteyen Moğollar sonra Şeyhin kerameti ile bundan vazgeçmişlerdir. Tam bu tarihte vefat eden Şeyh Türesan Veli ise belki bu hangamede şehit olmuştur. Nitekim Tekke Kitabesini de Hunat Hatun şehitlik (meşhed) olarak yazdırmıştır. Hunat Hatun ise bu karışıklıkta gelini Gürcü Hatun ile birlikte buradan ayrılarak o zaman Adana’da bulunan küçük Ermeni krallığına sığınmış, daha önce Selçuklulara bağlı olan bu hain devlet, Selçukluların düştüğü bu zafiyetten istifade edip kendisine sığınanları Moğollara teslim etmişlerdir.
Bütün bu hadiseler üzerine Moğolların hakimiyetini kabul etmek zorunda kalan Selçuklular yapılan anlaşma ile onlara bağımlı bir devlet haline gelmiştir.